bugün

entry'ler (116)

windows vista

(bkz: windows vista)

(bkz: ben buna gülüyorum ya)

moderatorlerin gece yarisindan sonra gelmesi

(bkz: cinderella)
(bkz: kül kedisi) *

spider man 3

not: başı yukarıda bi' yerlerde.

--- spoiler ---

veee...

venom/eddie brock

her ne kadar internet'te süregelen "topher grace olmamış." tartışmalarına katılmasam da venom denilen arkadaşın harcandığı düşüncesine deliler gibi katılıyorum. nispeten küçükkene çizgi filmde gördüğümde bile ilginç bir adrenalin ve çekişme hissiyatı yaratan bu simbiyotik elemanın 'on dakikalık konuk oyuncu' kontenjanından sayılması çok pis ibneliktir efendim, başka da bir şey değil. "aksiyon babaaa, aksiyooon!" falan değil derdim. söz konusu film bir michael bay filmi olsaydı, eyvallah. ama sen sam raimi'sin be abi! sen spider-man 2'de doc ock'un içler acısı halini bizlere verebilmiş bir adamsın (bu vesileyle alfred molina'nın da ellerinden bir kez daha öpüyorum). eline şahane bir fırsat geçmiş, kullansana! peter parker'ın içine venom kaçıyo lan! bundan âlâ dramatik yapı mı olur?! kilise pervazı sekansından başka ne verdin bize? ki o da pirelli takvimi pozundan farksızdı hani! kendisinin kazandığı gücü bile ölçülü kullanmaya gayret eden bir kahraman var elinde. suyunu çıkarana kadar yaratsana şu çelişkiyi! ama yok! illa finale sakla sen!

le finale

fantastic four adaptasyonu gibi olduğunu bana hissettirdiği için, sırf bu düşünceyi beynime zerk ettiği için emeği geçen herkese ayrı ayrı küfrediyorum.

üçüncü sınıf, bol kahramanlı aksiyon filmlerinin finalini alıp cgi'a bandırsalar çok daha iyi bir sonuç alınabilirdi kanımca. ne mary jane için telaşlandım, ne harry çıkagelince sevindim, ne pete flint'i affedince gözlerim doldu...

hele araya televizyon spikerlerini sıkıştırıp "dualarımız onunla!", "bu spider-man'in sonu olabilir." gibi yapay göz yaşı çabalarını görünce "gebersin it!" demekten alamadım kendimi.

bi' de şu var: hadi anladık, spider-man amerika kökenli bir süper kahraman. kostümü amerikan bayrağı, ezik amerikalı insanlara umut kaynağı, falan feşmekan... hadi ilk film 11 eylül sonrasıydı, spidey de filmi bayrağa yapışarak bitirdi, bizlere umut aşıladı falan... bak hepsini geçiyorum, hepsi normal (biz de en son yandım ali vardı, güncellendi pars oldu, mesaj bile verdi). yarattığınız kahramanı sonuna kadar kullanın. ama bu filmdeki bayrak neydi be abi? yıllardır anlamadığım şey şudur: ('amerikalılar salak' diye benim götümden de beter kaynaklı, salak bir önerme var ya... onunla alakası yok bunun.) bu devirde, bu filmdeki o eşşek gözü kadar bayrağı görüp salondan *"ben ırak'a gidiyorum, tutmayın beni!" diye çıkan biri var mıdır? bunun farkında değil mi yapımcılar? neyse... peter parker gibin idealistik düşündüm, gerildim ağ misali*.

efendim, eklemelerle birlikte toparlarsak;

peter parker'ın karanlık tarafa geçişinin, emo kid formatında yansıtılmasına anlam veremediğim halde, beni çok eğlendirdiği (herkes ateş püskürüyo da, ben dans sahnesini çok sevdim, çok eğlendim),

üçlemenin en büyük klişesi olan "abi, bruce campell kırdı geçirdi beni ya!"nın tekrar geçerlik kazandığı (harbiden kırdı geçirdi),

venom'un yok olduğu sahnenin bilgisayar oyunlarındaki bossları öldürmeye benzediği,

j. k. simmons*'ın sahne çaldığı,

doc ock'un mumla arandığı,

"lizard ne zaman gelecek?" diye sorduran (üç filmdir adamı görüyoruz, delirecem artık, hadi!),

hollywood'un başına ne geliyorsa "bigger, better" hareketinden geldiğini bir kez daha anladığımız (her bigger better olmuyo anam),

--- spoiler ---

beklentilerimizin çoğunu* boşa çıkarmış, ama yine de kimi sözlerini*** tutmuş bir filmdir kendisi.

izleyin, küfredin, unutun.

sonra da -yine- bekleyin.

(bkz: spider-man 4)

spider man 3

içine venom kaçmış sam raimi filmidir.**

spider-man 2 gibi ders niteliğinde bir uyarlamanın ardından yaklaşık bir buçuk yıllık "allaaah!" nidalarımı elime elime vermiş*, daha ilk günden sinirlerimi tepeme fışkırtmış, "ulan sam- ya neyse bi' şey demiyorum sana!" dedirtmiştir.

--- spoiler ---

efendim, daha ilk film ortada bile yokken, karmaşa yaratacağını bildiği için bir filmdeki hikayeye birden fazla kötü karakter katmaktan itinayla imtina eden sam raimi, (kuşların söylediğine göre) yapımcıların bitmek bilmez inadı yüzünden bu filme üç tane kötü karakter katılmasına göz yummuş, spider-man 2'nin ardından, o gazla bize şöyle unutulmayacak bir tecrübe yaşatmak yerine, gördüğüm ilk ses çıkaran metal yığınının yanında içimden çıkarmak isteyeceğim rezil duygulara terk etmiştir şahsımı.

sen ki, the evil dead'la rüştünü ispatlamış, spider-man'e el atarak aylık gelirini* katlamış, efendi bir yönetmensin. hele ki spider-man 2 de, ilkinden sonra daha fazlası için dilediğince saçmalama lüksüne sahipken, bunu elinin tersinlen itmiş, çizgi roman uyarlaması alanında adı x2'yle, batman begins'le anılan bir film yapmış adamsın.

ah be abicim...

ne gerek vardı? sorarım sana. hadi yapımcılar sana yaptı baskıyı; bırak çekip gitmeyi, onlar bir bastırıyorsa sen on bastırma şansına sahipsin. "hayır kardeşim, bu böyle böyle olmalı; yoksa çekip giderim, siz de kalırsınız yine brett ratner'a!" derdin. zaten ömrünün sonuna kadar karar veremeyeceğin bir "ulan bi' tane daha yapsam mı?" süreci yaşıyor ve bizlere de yaşatıyorsun, yapardın "spider-man: the ultimate movie" diye kült bi' film; içine superman'i de sokardın, batman'i de, mister no'yu da!

ama tabi bu işin hasbelkader pembe tarafı. bi' de venom'un sam raimi'nin içine kaçtığının sinyalini veren bir ipucu var elimizde: senaryoda adı geçiyor. spider-man 2'den önce adını sanını duymadığım alvin sargent, ağzına sıçasımın olduğu david koepp'ten devraldığı -bence- ortalama bir süper kahraman hikayesini*, evirip çevirip güzelleştirmiş, ikinci filmde, filmden sonra herkesin diline pelesenk olan dramatik yapıyı sağlam kurmuş, seyirlik özelliği dışında arşivlik özelliğe de sahip (tamamen götümün kriterlerine göre konuşuyorum, kimse sonra çıkıp "bu mudur bu işin ölçüsü artiz?!" demesin; kaynak gösteririm.) bir filmin yaratımına ön ayak olmuş bir abimizmiş meğer. üçüncü film yapım aşamasındayken senaryoda onun adını görünce yine bir "allah!" çekmiş, umutlanmıştım. yanına ilişmiş sam raimi adı da "e, tamam ulan, korkmuyorum." dedirtmişti. bok yemişim.

ama kızamıyorum kendime de. gavurun author dediği kavram, bir filmi nispeten iyi yapmaya yardımcı olur, benim bildiğim (kaynak aynı, gelmeyin üstüme. ben de biliyorum bu dünyada ne authorlar var.). sam raimi adı da bana bir tür huzur vermiş, geceleri daha rahat uyur olmuştum. gel gör ki, bu önermem götümde patladı. (bkz: süper kahramanların kaynağı yok etme arzusu)

şimdi yapımcıların ısrarlarını bir kenara bırakırsak, bu filmi sınıfta bırakan başka etmenler de var. her şeyden önce, bu film şımarık bir film. dedik ya; "içine venom kaçmış." diye. öyle işte. elindeki malzemeyi fütursuzca kullanan, tüm seyirciyi salona mega boy patlamış mısırla girip, o mısırı bitirme telaşı içinde yalnızca aksiyon sahnelerini dikkate alacak birer adet salak yerine koyan bir film. örneklerle sağlamlaştıralım:

ilkin, venom öncesi noktalar...

gwen stacy

şimdi, gwen stacy denen hatun, çizgi roman ve çizgi filmde de işlendiği üzere, peter parker'ımızın hayatında önemli bir yere sahip, marj jane watson'la birlikte öyle veya böyle bir aşk üçgeninin parçası. yine sam raimi'nin sadelik tercihleri doğrultusunda ilk filmde öyküye katılmamış, dolayısıyla öykünün dramatik gidişatında kendine yer bulması absürd kaçacağından ikinci filmde de yer almamıştı. bu örnek, sam raimi'nin ana karakter odaklı öykücülüğü ne denli savunduğunun kanıtı olması bakımından önemli. zira gwen, peter'ın hayatında önemli bir yer tutmakla birlikte, peter'ın ne tür bir hayat arkadaşı* istediğinin de göstergesidir. çünkü acıların çocuğu peter parker, her zaman için seçimini gwen'den yana yapmış, günümüz tabiriyle tam bir tiki olan mary jane'le daha sonraları tanışmış ve ona olan aşkı asla gwen'e olanla yarışamamıştır.

her ne kadar beraberinde kökten bir değişiklik getirse de, gwen stacy'i öyküye kaynak yapmama (ki benim de kişisel görüşüm kendisinin öyküye eklenmesi halinde kaynak yapılmış gibi durmasının kaçınılmaz olacağıydı [spider-man 3 de bu açıdan iyi bir örnek oldu]) seçimi sinemaya uyarlanacak bir çizgi roman karakteri açısından uyumluydu ilk filmde. her şeyi fragman formatında isteyen izleyici kitlesinin artmasından kelli, bu seçime ses çıkarmazlık edebildik. ki zaten gwen stacy'nin katılmamasıyla birlikte ilk filmde mary jane'in tikiliğinden neredeyse eser yoktu. bu sayede mj görüntüsü altında ikisi bir arada modeli bir süper kahraman aşkı görmüş olduk.

bu tablo ışığında, tamamen değişim yaşamış bir gwen stacy (vinç tecavüzünden hemen önce gördüğümüz kadarıyla kendisi öykünün gerçek tikisi haline getirilmiş) beni pek de tatmin etmedi. ki, ben spider-man mitolojisiyle deli bir hayran kadar ilgili değilim. varını yoğunu çizgi romana akıtmış birinin bu -şimdilik- üçleme ve daha çok son ayak konusunda neler hissettiğini tahmin bile edemiyorum.

üçüncü filme gwen stacy'nin eklenmesinin benim için iki güzel yanı oldu: babası rolünde bir james cromwell ve kendisi rolünde bomba bir sarışın haline gelmiş bir bryce dallas howard.

sandman/flint marko

(sanırım yine deli bir spider-man takipçisi olmadığımdan olacak, sandman hakkında neredeyse hiçbir fikrim yok. ben yine olaya film açısından bakacağım.)

spider-man, ezik bir karakteri* süper kahraman yapmasının çekiciliği dışında 'iyi' 'kötü'ye giden yolu keskin bir biçimde ayırmaması dolayısıyla da diğer örneklerinden ayrılıyor. ilk iki filmde de gördüğümüz üzere, iyi bir karakterken içine kaçanlardan ötürü kötüye doğru yol alan karakterler bir nevi şizofrenik vaka. green goblin ve doc ock'ın önceki hayatlarında dünya üzerinde oynadıkları kötücül oyunlar yok. hepsi daha sonra kötü oluyorlar. spider-man öyküsünün vakıf olabildiğim bölümünde gördüğüm kötü adamların tümü (venom dışında elbet) aynı biçimde evriliyorlar. hepsi iyi amaçlar uğruna yol alırken gerçekleşen kazalar sonucunda kötü oluyorlar.

bu filmde flint marko, spider-man kötülerinin evrimi açısından bir zirve. kendisinin filmin başında aktarılan sulu zırtlak aile trajedisiyle birlikte, bir şekilde (hatırlamıyor da olabilirim) mahpusa düştüğünü ve kaçarak kızını tedavi etmek için "ne pahasına olursa olsun"* her şeyi yapacağını öğreniyoruz.

(burada şunu eklemekte de fayda var: flint marko-sandman dönüşümünde flint marko hiçbir şey yapmadan, tamamen bahtsız bedevi misali kötü adam olmuştur. bu açıdan da bizden "ay, yazııık!" efekti istenmiştir. şahsen ben vermedim.)

anladık, kızı uğruna elinden gelen her şeyi yapmaya çalışan zavallı baba... şimdi, sam raimi'ye bu kadar kızmamın başında gelen sebeplerden biri de ilk iki filmde iyiden kötüye giden yolu çok iyi aydınlatmasıydı. 'film başına bir kötü adam' avantajını sonuna kadar kullanıp bize o kötü adamın yaşadığı tüm çelişkileri gösteriyordu (dr otto octavius'un doc ock kollarıyla yaptığı muhteşem konuşmayı hatırlayın). bu filmde de bu çaba içine girdiği aşikar. ama özellikle havada kalmış sandman karakteriyle birlikte 'film başına üç kötü adam'ın ne boktan bir şey olduğunun kanıtını kendi sunuyor bize. muhteşem sandman'e dönüşüm sahnesi dışında, öyküye kattığı hiçbir şey yok. benim gibi bilmeyene çekici hale getirmek ve üçleme arasında bir bağ kurmak adına araya sıkıştırılmış 'ben parker'ın gerçek katili' oyununa değinmiyorum bile.

thomas haden church iyiydi hoştu da, o bile farkındaydı galiba.

new goblin/harry osborn

new goblin hakkında söyleyebileceğim tek şey şudur efendim: "ben back to the future 2'deki halini daha çok sevmiştim."

harry osborn'a gelince... bu karakter de peter'ın hayatındaki kanka/düşman ikilemi açısından önemli. spider-man 2'nin tek günahı olarak sondaki 'baba mirasını keşfetme' sahnesini saysam da, yine de umutluydum harry'nin dönüşünden. ama ilk filmde green goblin'in power rangers modeli spastik hareketlerinin kostümün spastikliğinden kaynaklandığını çok şükür ki çakmış olan ekip, kostümü değiştirirken biraz fazla radikal davranmış gibi geldi bana. kostümle ilgili yukarıdaki tırnak içinde belirttiğim eleştirim dışında spidey'nin ilk aksiyon sahnesinde bu kostümün heyecan dozunu artırıcı etkisini gördük de, biraz olsun affettik.

bunun dışında sonradan spidey'nin "ben ettim, sen etme!"si... sonradan "geldim kanka!"... "bam", "küt", "pat", "heyooo!", "ühüüü!"...

böyle.

(ölümüne de sevindim biraz. gerçi onunda açığını beş kötü adamla kapayabilirler ama...)

--- spoiler ---

not: devamı aşağıda bi' yerlerde.

immanuel tolstoyevski

kendisinden alıntılamak gerekirse;

"ataturk dusmanligi, tipki ataturkcu dusunce gibi, ici bos ve tehlikeli bir kavram oldu. ataturkun mirasini korumayi cani gonulden isteyenler, ornegin yayilmacilik dusmani ve savas karsiti olabilirler, laiklik yanlisi olabilirler, kadin erkek esitligini ve bilimselligi savunabilirler. yani zaten bu kavramlar vardir, o anki konuya gore gereken on plana cikarilir ve mudafa hatti o paralelde kurulur. bunun onemi, o kavramlarin altlarinin dolu olmasidir, bu nedenle de istismar edilmeleri daha zordur. oysa bunlari es gecip, kriteri "ataturk sevgisinden" ibaret tutunca, kimse neyi savundugunu, neye dusman oldugunu anlamiyor cunku o anda tartisilan konunun detaylari arada kaynayiveriyor, daha cok bagiranin elinde kaliyor ataturk." gibi sapasağlam savunmaları defalarca yapan, bugüne değin karşıma çıktığı için sevindiğim ender insanlardandır. olayların yalnızca üç boyutlu* olduğunu sananlara ders niteliğinde okutulması gereken bir adamdır.

adamın dilinde tüy kalmadı sanıyorum. ben bile yalnızca yazdıklarını okuyan birisi olarak sıkıldım kendisini bu konuda sürekli savunmasından.

27 nisan 2007 genelkurmay başkanlığı açıklaması

darbe korkusu yaymaktan çok, meydanın sanıldığı kadar boş olmadığının kör gözlere sokulmasıdır.

zira son iki haftadır recep tayyip erdoğan-bülent arınç-abdullah gül (ki şu an aralarında en fasulyesi abdullah gül'dür kanımca) üçgeninin cumhurbaşkanlığı makamı için güle oynaya (ser verip sır vermemek, olabildiğince fazla insana ulaşarak görüş almaktansa salt kendi kurmaylarına ve balıkçılara fikir danışmak, vb.) geçen bir aday belirleme süreci içerisinde olmaları gözleri kör edecek denli absürddür.

bir sürü çeşitli kaynakta orta yol arayışı içinde olması gerektiği öğütlenen, aralarında yaşanan bunca gerginliğin asıl faturasının halka çıkacağı söylenen asker-hükümet düzleminde, askerin, belli başlı somut örnekler üzerinden yola çıkarak yaptığı uyarıları* görmezden gelerek/hafife alarak niyetini açıkça belli eden hükümete ikinci uyarısıdır.

ve herkesin emin olmasını dilerim ki, bahsi geçen uyarılara yol açan ihmaller ve kimi kasti davranışlar, en vurdumduymaz türk vatandaşının bile yeri geldiğinde günümüze dönüp şu an gözünü yumduğu ve/veya taraftarı olduğu kararları bir kez daha sorgulamak isteyeceği türden tehlikeli ve sinsi ihmal ve davranışlardır.

bu bağlamda, yapılan açıklamanın en az bir kez daha gözden geçirilmesinin, ve daha fol ve yumurtaların güne başlamadığı şu sıralarda darbe çığırtkanlığı yapılmamasının taraftarı olduğumu bildiririm.

tarihte ilk golü yiyen kalecinin söyledikleri

- derhal gözlerimin altına kömür sürmeliyim!

(bkz: rüştü reçber)

en beğenilen entrylerde dönen dolaplar

geçen hafta itibariyle düşünürsek;

- merhaba! ben stevemcqueen'den geliyorum---
- oha! il mi oldu adam beğenile beğenile?!
- hah heh! komiksiniz sanki. yok efendim, misafirlik münasebetiyle... evlerindeydik.
- eee?
- biz bu en beğenilen entryler'de en az bir veya, daha da kötüsü, birkaç dolabın birden aynı anda döndüğünü düşünüyoruz.
- neden?
- şöyle ki; stevemcqueen bey kendisine verilen artılardan şikayetçi.
- yuha!
- öyle efendim. adam artık beğenilmek istemiyor. ne o öyle? yalnız bir entry de değil ki! birkaç tane birden!
- yani?
- ne yani?
- girişle gelişme tamam da... sonuç?
- uzadı efendim, farkındayım. sonuç itibariyle; kendisi artık beğenilmek istemiyor. oylamayın artık şu adamcağızı. bunalımlara girdi. kafasına bir düz bir de ters olmak suretiyle iki adet şapka takıp sherlock holmes'çülük oynuyor evinde, "ne dolaplar döndüğünü mutlaka bulmalıyım!" şeklinde.
- efendim kafasına bir-iki tane sözlükçü vuraydınız da kendine geleydi.
- denedik efendim, olmadı. kafasına vurduğumuz her sözlükçü "bu adam belli bir zümre tarafından korunuyo lan!"* diye geri tepti*.
- hmmm...
- ya.
- e canım, o da o kadar güzel tespit yapmayıversin!*
- ah efendim, bir durdurabilsek...
- uzadı.
- kaçtım!

(bkz: ya işte böyle)
(bkz: dönme dolap)
(bkz: dünya dönüyor)
(bkz: felan)*

sevgilinin avcunu yalamak

sevgilinin hayal kırıklığını paylaşma* yöntemi gibisi.

kedidir kedi

(bkz: kedidir kedi)

uludağ sözlük te seyrek sorulan sorular

- neden moderasyon bana kafayı taksın ki?

(bkz: moderasyon bana kafayı taktı)
(bkz: moderasyonun kafası)

avcunu yalamak

hayal kırıklığına bire bir bir eylem.

avucunu yalamak

iki heceli organ adlarına sesli harf ile başlayan bir ek getirildikten sonra o addaki ikinci hecenin düşmediğini sanma durumu gibi bir şey.

hani, öyle sanıyorsun da... av(u)*cunu yalarsın gibi.

(bkz: avcunu yalamak)

cogu insanin tanidigi unsuzler

kendilerine yapıştırılan yaftadan dolayı geceleri yataklarında "ulan ben ünlü müyüm, ünsüz müyüm?!" diye kafayı yiyenlerdir.

öpüşmekten dudakların şişmesi

partnerlerden en az birinin öpüşme öncesi en az bir kase* dolusu ayçekirdeği yemesi sonucu da oluşabilitesi olan olay.

(bkz: öpmiyim şekerim sana da bulaşır)

dünyanın en zeki insanı bir türk

eğer ki cidden türkse, üyesi bulunduğu ırkın bir zamanlar düstur olarak benimsediği bir sözü hatırlamamı sağlamış insan.

(bkz: iq hiçbir şeydir icq her şey)

sözlükle ilgili istekler

hadi sol çerçeve ve (bkz.)'lardaki türkçe karakter reddini anladık da... normal, yazı içindeki bkz.'larda neden türkçe karakterler kabul görmüyor, bir kenara itiliyor, sürekli kaleci yapılıyor?

şöyle ki;

türkçe karakter
türkçe karakter
(bkz: türkçe karakter)

açıklansın.

daha da kıyak versiyonu: düzeltilsin.

edit: lan hatta parantezli bkz.*'da bile kabul görüyormuş. e diğer bkz.*'ın ne farkı var da yamuluyor yazılarımız?

moderasyon bana kafayı taktı

gelişmeler'deki gelişmelerin konu dağılımına bakıldığında şu sıralar uludağ sözlük'te oldukça moda olduğu* anlaşılabilen sözcük şeysi*.

two and a half men

tabiri caiz: bok gibi bir dizi.

hatta öyle ki "... dizi" derken titreme geldi; dizi dizi, her hafta var yahu!

charlie sheen'den bilem soğudum.

bir demet tiyatro

geri dönüşünün nedenleri araştırıp altında bit yeniği aramaya fırsat bulamadan;

akşam akşam hüzünlendirmiş, burhan çıtır'ın haylaz mükremin'e "mükremiiin!" diye bağırışıyla dolan gözleri, finalde laz bakkal* tombalak* ve yine burhan çıtır*'ın selamıyla boşaltmış, geri dönüşünün hatırlanmasıyla o gözleri sildirmiş ve yine hakkıyla başımızın üzerine yerleşmiş dizidir.

salı akşamlarını 'soba üstü kestane' sıcaklığına taşıyacak ve nostalji manyaklarına haftada bir özel seans uygulayacaktır.

her ne olursa olsun, iyi ki dönmüştür!